86. Oscar töreninden “En iyi
film” ödülü dâhil olmak üzere toplam üç ödülle dönen “12 Years A Slave”,
1841-1853 döneminde geçen gerçek bir hikâyeden alıntılanarak çekilen bir film.
Siyahi bir müzisyen olan Solomon Northup’ ın kaçırılıp köle yapılması ve tekrar
özgürlüğüne kavuşması filmin konusunu oluşturuyor.
Amerikan tarihinin hiç
silinmeyecek lekesi olan kölelik mevzunu arka planda işleyen yönetmen Steve McQueen,
merkeze Solomon (Platt) karakteri üzerinden yaşama hakkı ve özgürlük
kavramlarını yerleştiriyor. “12 Yıllık Esaret”, benzerlerinden ayrılan bir
film. Genel itibariyle seyircisine belirli bir mesafeyle yaklaşıyor ve bu
mesafesini son sahnesine kadar muhafaza ediyor. Bu nedenle duygusal anlamda bağ
kurmak zorlaşıyor. Sadece seyirciye acıma duygusu geçebiliyor, empati kurmaya
izin vermiyor. Etkisini de buradan alıyor.
Kendisi de siyahi bir İngiliz olan
yönetmen, kölelik konusuna çok fazla sömürmeden gerektiği ölçüde yaklaşarak
eleştirisini yapıyor. Bu aşırıya kaçmama filmin bir diğer etkileyici unsuru
meydana getiriyor. “Beyazın siyahı malı olarak görmesi” filmin köleliğe bakış
açısında temeli oluşturuyor. Benzer bir dertten mustarip yerlilerin yer aldığı
sahneyi çok beğendiğimi de belirtmek istiyorum.
Filmin başında gemi sahnesinde
geçen ve de filmin merkezini oluşturan kilit cümle “I don’t wanna survive. I
wanna live. Ben hayatta kalmak istemiyorum. Yaşamak istiyorum.” filmin de ana
fikrini beyan ediyor. Aristokrat tabakada yer alan Solomon, artık bir köle
olarak yaşayan Platt’ e dönüştürüldüğünde, diğer kölelerden farklı olarak
sadece nefes almayı değil ona aslında doğuştan bir hak olarak Allah tarafından
verilmiş olan özgürlük ve yaşama hakkını da istiyor. Diğer köleler ise böyle
bir duyguyu tatmadıklarından sadece nefes almaları onlara kâfi geliyor.
Filmde dini göndermeler de
mevcut. Yönetmen herhangi bir eleştiriye soyunmuyor ama şu çatışmayı da es
geçmiyor: Dinin emrettiğine göre yaşayanlar başka bir hayatı nasıl sömürebilir?
Musevi olduğunu düşündüğüm bir sahip (Mr. Ford) ile Hristiyan olan bir sahibi
(Mr. Epps) gösterirken bu sorunun cevabını seyirciden bekliyor.
Filmin başrolünde Chiwetel
Ejiofor, aşırıya kaçmadan iyi denilebilecek bir oyunculuk
sergilemiş. En iyi yardımcı kadın oyuncu oscarını alan Lupita
Nyong'o ise aldığı ödülü hak ediyor. Gedikli oyuncusu Michael
Fassbender bu filmde de yönetmeni yalnız bırakmamış. Ayrıca yan rollerde Paul
Giamatti, Brad Pitt, Paul Dano’ yu izleme şansı elde ediyoruz.
Yönetmen daha önceki iki filmi
ile belirli bir izleyici kitlesini kendine hayran bırakmıştı. Özellikle “Hunger
(Açlık)” ile içi dolu ve zor bir konunun altından başarıyla kalkmıştı. “Shame
(Utanç)”, yine zor bir konuyu işliyordu fakat ilk başarısını bu filminde
tekrarlayamadı. “12 Years A Slave (12 Yıllık Esaret)”, Açlık’ a ulaşamasa da
Utanç’ tan daha ileride bir film.
2014 yılı en iyi film Oscar
ödülünü alması tartışılabilir ama buradan iyi bir film olmadığı anlaşılmasın.
Her yönüyle üstüne düşünülmüş, çalışılmış
bir film ve izlenmeyi her şekilde hak ediyor. Peygamber Efendimizin Veda
Hutbesi’ nde belirttiği gibi “Beyaz derilinin siyah deriliye, siyah derilinin
de beyaz deriliye hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” ilkesine
uyulmadığında olabileceklerin bir tezahürünü izleme açısından iyi bir deneyim
olacaktır.
Yorumlar